– Aklin yapısında ne âlemler vardır. Su aklin denizi
ne de geniştir.

– Bizim sûretimiz, dış görünüşümüz su tatlı akil
denizinde suyun üstünde yüzen kâseler gibi yüzer, durur.

[Gönlümüz, ilâhî aşkla dolu değilse, bizim su görünen maddi
varlığımız bos bir kap gibi deniz üstünde serseri yâne gezer
durur. Bu hâl bizde bulunandan habersiz olarak koşup
durduğumuz, dünyevî hayatin bir ifadesidir. Biz bos bir kap
gibi deniz üzerinde yüzüp dururken,sûret âleminden,
kesretten kurtulamayız. İçimiz aşk ve imanla dolu olmadığı
için, “Vahdet Deryasına” dalamayız. Vahdet
deryasına dalamayan, hakîkat incisini nasıl elde eder? ]

– Sûretimizin, seklimizin içi aşk ve imanla dolu
olmadıkça, o, denizin üstünde bos kap gibi yüzer durur.
Fakat içi ilâhî şuurla dolunca akil denizine gark olur
gider.

– Akil denizi gizlidir, görünmez. Görünen âlem sûret
âlemidir. Bizim su dış görünüşümüz, akil denizinin bir
dalgası, yahut bir ıslaklığıdır.

– Sekil ve dış görünüş, akil denizine küllî aklin nûr
deryasına dalmak, deniz olmak ister, fakat, akli akılla,
nûru nûrla aramayıp da, hislerine ve sebeplere bas vurdugu
için, akil denizi, onu, o bas vurduğu şeyden de uzağa atar.

– Çünkü, o , dış görünüşe ve sekle kapılmıştır. Âdetâ
gönül kendini, kendi zâtini bilmemekte, kendisine sırlar
söyleyen gerçek sevgiliyi görmemektedir. Ok da kendisini
uzaklara atan, gerçek aticiyi müşâhede edememektedir.

– Kendinde bulunandan gafil olan, kendindeki hakîkati
göremeyen kişi, kendi atinin üstünde bulunduğu ve atini
hırçınlıkla koşturduğu hâlde, kendi atini kaybolmuş sanır.

– Evet o kişi, kendi atini kaybolmus sanir, ati ise
onu rüzgar gibi kosturmaktadir.

– O saskin feryât eder, her tarafta atini arar, sorar
sorusturur, kapi kapi gezer durur.

– “Atimizi çalan kimdir? Nerededir? “ diye
söylenir. “Efendi, sen kendi atinin üstündesin, neyi
ariyorsun?” diye sorulsa,

– “Evet bu attir, fakat benim atim
nerede?” cevabini verir. Ey atinin üstünde oldugu
halde, atini arayan yigit binici, kendine gel.

– Aradigimiz sevgilimiz, canimiz, apaçik ortadadir. Ve
bize çok yakindir. Bu yüzden onu göremiyoruz, bu yüzden o
kaybolup gitmistir. Insan da içi su dolu, fakat agzi kuru
bir küpe benzer.

[Biz, bizde bulunan, deger biçilmez inciden haberimiz yok da
yoksulluk içinde yasiyoruz. ]

– Nûr, isik olmayan yerde kirmizi, yesil, sari; bu üç
rengi ne vakit, nasil görebilirsin?

– Fakat senin aklin, fikrin renklere takildi kaldi;
renklerde kayboldu da, bu renkler nûru görmene perde oldu.

– Gece gelip de, renkleri örtünce, renkler görünmez
olunca, rengi görmenin isiga, nûra bagli oldugunu anlarsin.


– Disarida nûr, isik olmayinca, renk görmenin imkâni
olmadii gibi, gönül âleminin, iç âlemin renkleri içinde bu
böyledir.

– Bu disarida görülen renkler, günesin ve Süha
yildizinin isigi ile görünür. Iç âlemin renkleri ise, ancak
Allah’in yücelik nûrlarinin aksi ile belli olur.

– Aslinda senin kendi gözündeki nûr da, gönlünün
nûrunun aksidir. Çünkü, göz nûru, gönüllerin nûrundan
meydana gelir.

– Gönül nûrunun nûru, Allah’in nûrudur.
Allah’in nûru ise, akil nûrundan, duygu nûrundan
pâktir, tamamiyla ayridir.

– Gece nûr olmadigi için, renkleri göremedin, su halde
nûrun zitti ile sunu anladin ki....

– Önce nûr görünür, sonra renk görünür. Bunu da
süphesiz, nûrun zitti olan karanlikla anlarsin.

– Cenâb-i Hakk, eziyeti, gami; gönül hoslugu nedir
anlasilsin diye gönül hosluguna zit olarak yaratti.

– Gizli seyler, hep zitlari ile meydana çikiyor,
görülüyor. Cenâb-i Hakk’in zitti olmadigindan, o dâimâ
görünmeyecek, gizli kalacaktir.

– Önce nûra, isiga bakilir, sonra renge. Beyaz tenli
Rûmîlerle, siyah tenli zencilerde oldugu gibi, zit, zitti
ile meydana çikiyor.

– Su halde sen nûru, nûrun zitti ile bilirsin. Çünkü
zit meydana çikarak zitti gösteriyor.

– Varlik âleminde, Allah nûrunun zitti yoktur ki, o
zit ile meydana çiksin görünsün...

0 yorum:

Yorum Gönder