Uğur Özakıncı
Belki kahvaltı masanızda, zeytin tabağındaki yağa banmak için ekmeğinizi bölerken, gözucuyla okuyorsunuz bu yazıyı. Belki çocuğunuz, çocuklarınız yanıbaşınızda yaramazlıklar yapıyor. Ya da kahvaltınızı çoktan yaptınız da, bir sigara tellendirip bütün bir haftanın yorgunluğunu atıyorsunuz koltuğunuzda. Belki karınız odanın diğer köşesinde yavrucağınızı emziriyor. Perdelerinizin arasından odanıza giren günışığı, halınızda şavkıyor, oradan alnınıza değiyor ve yaşadığınıza şükrediyorsunuz. Belki de sevdalınızı bekliyorsunuz bir parkta; belki gelmesine çok az kalmış, oyalanmak için göz gezdiriyorsunuz satırlar arasında. Yollara bakıyorsunuz. Gelip geçen insanlar görüyorsunuz. Toprağın kokusunu, size saati soran birinin sesini, denizin çıpıltısını, rüzgarın saçlarınızla cilveleşmesini, güneşin utangaçlığını, ağaçların fısıltılarını duyuyorsunuz. Çünkü siz, yaşıyorsunuz...
Oysa siz, kapısı M–16 mermileriyle delik deşik edilmiş bir evin iki göz odasında, elleri göğsünde titreşen, kocasını çoktan toprağa teslim etmiş, ve daha birkaç dakika önce, 15 yaşındaki çocuğunu çelik miğferli, çelik yelekli, makineli tüfekli, nasırlaşmış yürekli askerlerin koynundan çekip aldığı, esmer, kalın dudaklı, siyah saçlı, hüzün bakışlı, ölüm kokulu Filistinli bir kadın olabilirdiniz. Ya da, cam kırıkları üzerinde yürütülerek, içi kocaman kocaman lağım fareleriyle dolu bir tabutluğa kapatılıp, Mossad ajanları tarafından sorguya çekilen, ve kendi çığlıklarından sağır olmuş Filistinli bir direnişçi...
Siz, bir kulağı radyoda, bir kulağı sokakta bekleşen, kızının bembeyaz gelinliğini bir süpürge sopasının ucuna bağlayıp teslim bayrağı olarak hazır tutan, Ramallahlı 74 yaşında 4 çocuklu bir baba da olabilirdiniz; sütü çoktan kesilmiş, umudu çoktan iğdiş edilmiş, beline kadar uzanan saçları, bir tank nişancısının kasaturasıyla kesilip çoktan dikiz aynasına asılmış Ceninli bir ana da...
Soyunuzun kanlarıyla yıkadığınız o daracık sokaklara çıkmanız yasaklanmış, tank namluları namusunuza çevrilmiş, rüyalarınız ağır makineli tüfek tarrakalarıyla delik deşik edilmiş, seccadelerinize kapanmış alınlar bir daha doğrulamamış olabilirdi. Siz, pimi kalbinizin tam üzerine yerleştirilmiş 16 kilo dinamiti bir kefen gibi giyinip, henüz o siyah gözlü, o uçurum bakışlı, o güneş sıcağı nişanlınızın körpeliğine bir kez olsun kendinizi akıtamadan; ölümün o büyük patlamasına bırakmak zorunda kalabilirdiniz 17 yaşınızın bütün masumiyetini...
Siz, kurtuluşa kelle koymuş bir Filistinli de olabilirdiniz, kutsal topraklarda günahın günahını işleyen bir İsrailoğlu da...
Ama ne mutlu ki; siz, gazete haberlerinden, televizyon kanallarından izliyorsunuz bütün bunları. Kapınız ne zaman çalınacak, çocuğunuz ne zaman gözleri bağlanarak koynunuzdan çekilip alınacak, erkeğiniz ne zaman evinizin kapısının önünde kurşunlanacak diye beklemiyorsunuz. Çatınızdaki kiremitleri yerinden oynatmıyor helikopter pervanelerinin sinirli rüzgarı. Çocuğunuz okula, siz işinize gidebiliyorsunuz. Her ne kadar başbakanınızın dili sürçse de arada bir, doğunun ortasında, bütün dünyanın gözleri önünde soyunuz kırılmıyor...
Bugün resmi devlet söylemlerini bırakın. “Devletler arasında taraf belirlerken çıkarlarımıza bakmalıyız...” gibi ruhsuz, soysuz ve insanlık dışı politik analizleri bırakın. Bugün “İyi ama, bizim askerimize, polisimize kurşun yağdıran teröristler de o Filistin kamplarında eğitilmişti...” diyenlere gülüp geçin. Bugün bir kez daha bakın gazetelerdeki İsrail’in Filistin’i işgal etme haberlerine, televizyon kanallarındaki İsrail tanklarının, İsrail helikopterlerinin ürpertici manevralarına, bir kez daha okuyun bu konudaki köşe yazılarını. Bütün o haber fotoğraflarının, bütün o televizyon görüntülerinin, bütün o köşe yazılarındaki satırların arasından; bembeyaz olmuş saçlarını siyah beyaz bir poşuyla gizleyen, kısılmış gözbebeklerinde kanı ve ateşi yargılayan, 6 çocuğunu intifadada şehit bırakan, İsrail’in son roket saldırısında belinden aşağısı lime lime olan, işgal sırasında Filistin’de kalmış bir İsrailli barış gönüllüsünün verdiği kanla hayatta kalan, tepeden tırnağa işgal edilmiş biri gülümseyecek size; onun adı Samira...
Yani demem o ki, ey okuyucu; İsrail Filistin’i işgal etmedi aslında. İsrail aşk’ı işgal etti; 1948 Filistin doğumlu Samira’nın 54 yıllık “özgürlük aşk”ını...

0 yorum:

Yorum Gönder