Türkiye’de, İslami bilince ulaşmış her müslü¬manın görmekte zorlanmayacağı bir olay yaşanıyor. Sistem her yönüyle sahih İslam’ı zedelemek en azından ketmetmek istiyor. İslami uyanışı engellemek, kendisine zarar vermeyecek bir dini, İslam adı altında empoze etmek için güçlerini seferber ediyor. İslami kimliği çözmek, en azından lekelemek istiyor ve bunun aracı olarak da medyayı kullanıyor. Medya kendisine düşen görevi hakkıyla yerine getirerek Müslümanları terörist gibi göstermeye çalışıyor. En çok işlediği temalardan biri de başörtüsü. Müslümanlara ve İslam’a duyduğu nefreti başörtüsüyle gün yüzüne çıkarıyor. Egemenler, sisteme zararı dokunmayan, halkın geleneksel olarak kullandığı örtüye ses çıkarmazken bunu bilinçle uygulayan Müslümanları eziyor, rencide ediyor. Oysa başörtüsü İslami kimliği temsil ettiğini, İslâm’ın sembolü olduğunu Türkiye’de yaşanan olaylar bir kez daha gözler önüne seriyor.
İlginçtir, başörtüsünün dinde yeri var mı yok mu, gerekli mi gereksiz mi boyutuyla İslami camiadaki bazı fikir adamları tarafından da tartışılır oldu.
Yaşanmakta olan bazı yasaklara karşı oturma eylemlerinde Müslümanlar başörtüsüyle ilgili zulümleri kınarken, açık oturumlarda, TV ekranlarında İslami konularla ilgili bazı profesörler de başörtüsünün varlığını tartışıyorlar. İslam’ın ve özelde kadınla ilgili hükümlerinin konu edinildiği televizyon programları Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Hüseyin Hatemi gibi isimlerin katılımıyla renkleniyor. Şu ana kadar pek duyulmamış yorumlarla tepki ve aynı zamanda ilgi çekerek program yapımcılarını sevindiren fikir adamları ortaya attıkları görüşler ve çıkarımlarla fakültelerden kahvehanelere kadar konuşulur oldu. Bu tür programların neticelerinden gözlemleyebildiklerimizle ortaya çıkan tablo şu: Müslümanların en vazgeçilmez ve kesin kabul ettiği konuların bile aslında tartışmalı olduğunu keyifle savunan laik medya, İslami konular uzmanı “açılabilir” diyor diye örtüsüne veda eden bayanlar ve Kur’an’daki “Humr” kelimesini tartışan bazı dindarlar... Bu tartışmanın toplumda başka hangi alanlarda makes bulacağını zaman içerisinde göreceğiz.
Bilindiği gibi tesettürle ilgili Kur’an’da başlıca iki ayet vardır. Birisi Ahzab 59. ayet: “Ey Peygamber eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış örtülerini üstlerine almalarını söyle, onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağış¬layandır esirgeyendir”. Diğeri ise Nur suresinin 31. ayetidir: “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçırsınlar ırzlarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesin/er. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar...”
Tartışma konusu edilen, Nur Suresi’ndeki ayette geçen ve başörtüsü olarak meallendirilen “Humr” kelimesidir. Tekili “Hımar”dır. Aynı kökten gelen Hamr kelimesi Kur’an’da geçtiği diğer yerlerde içki anlamındadır1. Bu kelime ve türevleri lugatlarda şu şekilde geçmektedir. Hamera: Karıştırmak. Hamr: İçeceklerden aklı örterek sarhoşluk veren. Hamir: Mayalanmış. Hamera: Gizlemek. Hı¬mar: Başı örten her şey (sarık, örtü gibi. Özellikle kadınların başını örttüğü şey) Tehammera: Giy¬mek2.
Hadislerde geçen şekliyle kelime çoğunlukla örtmek ve örtü anlamlarındadır:
“Besleme ile kap kaçağını ört (hammir) "3.
“Yiyecek kaplarının üzerini örtünüz(hammini) “4
“Yüzünü örttüm (hammertü)"5
Rasulullah mestleri ve sanığı üzerine mesh etmiştir(hımar)6.
“Kadınlar örtüleriyle onların toz/arını alırlar (hu¬mur)"7
Kelime, görüldüğü gibi genel anlamıyla fiil olarak örtme, gizleme, isim olarak örtü anlamlarında kullanılmıştır. Sarhoşluk veren şeylere de aklı, şuuru örttükleri için bu kelimenin kullanıldığı belirtilmektedir. Başörtüsünün farziyetini kabul etmeyen görüş buradaki hımar kelimesinin mutlak manada örtü olarak alıp “örtülerini yakalarının üzerine koysunlar” şeklinde anlıyorlar ve başın, ayetin kapsamına girmediği, sadece göğüslerin, yakaların örtülmesinin farz olduğuna inananlar ise hımar kelimesinin o günkü toplumda başörtüsüne tekabül ettiğini ve peygamber döneminde böyle uygulandığını ifade ediyorlar. Lügat ve hadis metinlerinde kelimenin, “erkek ve kadınların başlarında kullandıkları örtü anlamında” olmasının öneminin yanı sıra biz, konunun mütevatir sünnetteki uygulamasıyla daha bir kesinlik kazandığını düşünüyoruz. Konunun anlaşılması salt olarak kelimenin yorumlanmasıyla değil peygamber döneminde nasıl anlaşıldığının ve uygulandığının bilinmesiyle gerçekleşebilir. Bu da günümüze kadar mütevatiren gelmiş uygulama ile bilinmektedir. Tevatür, “bir haberi veya tavrı ilk kaynağından itibaren zincirleme/müteselsil olarak yalan üzerinde birleşme/eri mümkün olmayacak toplulukların aktarmasıdır”. Mütevatir uygulamalar nesilden nesile yaşanarak aktarılır. Bu nedenle kesinlik ifade eder ve bağlayıcıdır8. Namazın kılınma şekli, farz namazların rekat sayısı, haccın menasıkı gibi. İşte başörtüsü konusundaki ayetin hangi uygulamayı emrettiği bu nedenle mütevatir sünnetle çözülecektir. Ayrıca peygamber dönemi sonrası birçok alanda canlanan cahili düşünce sisteminin -ki cahili düşünce doğrultusunda kadınların zayıf da olsa bir mesnede dayandırılarak açılması veya açtırılması söz konusu olabilirdi- bu uygulamayı değiştirici boyutta tesir edememesi konunun toplumda kesin kabul görmüş ve uygulanmış olduğunu bize göstermesi açısından önemlidir. Müslüman kadınlar peygamber döneminden bu ana kadar kendi yaşadıkları iklim ve geleneklere uygun şekilde başörtüsü kullanmışlardır. Mütevatir sünnet dediğimiz bu olay, hadislerde veya lügat manalarında verilerden çok daha kuvvetli bir delildir. Kaldı ki bu uygulamayı nakzedecek ne bir hadis ne de bir yorum yoktur. İlk dönem tefsirlerinden itibaren çağdaş tefsirlere kadar konunun farklı yönleri tartışıldıysa da başörtüsü kullanmama şeklinde bir mevzu bile yoktur.
Keşşaf tefsirinde Zemahşeri; kadınların başörtülerini arkaya salarak kullandıklarını yakaları geniş olduğu için gerdan, göğüs ve çevresinin açık olduğunu ve ayetin, örtülerini ön kısımlarına salıvermelerini emrettiğini söyler9. Nesefi aynı görüşü savunur ve kadınların örtmesi gereken bölgeleri baş, kulak, boyun, göğüs., şeklinde sıralar10. Yine İbn Ke¬sir ve Taberi konuyu aynı şekilde yorumlanmışlardır. Gerek eski gerekse çağdaş tefsirlerde birtakım yorum farklılıkları olsa da hiç birisinde baş örtülür mü örtülmez mi tartışması yapılmamıştır. Kaynaklar Arap toplumunda erkeklerin de kadınların da zaten bir şekilde başörtüsü kullandıkları şeklindeki verilerle doludur. Bütün görüşlerin yoğunlaştığı nokta o dönemdeki kadınların başörtülerini, açık olan yakalarını örtecek şekilde kullanmadıklarıdır. Emredilen, kullanılan örtünün yakaların üzerinden göğüsleri örtecek şekilde salıverilmesidir. Ayette geçen “cu¬yub” kelimesi elbisenin yakası anlamındadır7 1, Kaldı ki yukarıda da belirttiğimiz gibi konu, kelime incelemeleri, kaynak taramalarına mahal bırakmayacak şekilde uygulama ile kesinleşmiştir.
Tefsirlerdeki yorum farklılıkları ayetin “görünen kısmı müstesna” bölümünün üzerindedir. Eller ve yüzün açık veya kapalı olması noktasında değişik görüşler vardır. Bazı müfessirler ziynet kavramı içine el ve yüzü de dahil ederek örtülmesi şeklinde görüş belirtmişlerdir. Bu görüş farklılıkları ahad haberlere veya yorumlara dayanır. El ve yüzün kapalı olması gerektiğinde delil getirilen haberler olduğu gibi açık olması yönünde de haberler mevcuttur. El ve yüzün kapanması noktasında mütevatir uygulama olduğunu söylemek mümkün değildir. Kur’an’ın genelinden böyle bir farziyeti çıkarmak ve bunu pratik hayatta her ortamda uygulanabilirliğini savunmak güçtür. Kur’an’da kadının şahitliğinden bahsedilir (2/28) yüzü tanınmayacak şekilde örtülü bir kadın nasıl şahitlik yapacaktır. Şahidin kim olduğu nasıl tespit edilecektir. Yine kadınların savaşlara katıldıkları , ticaret yaptıkları bilinmektedir. Bu eylemlerin el ve yüzün tamamen örtülü olduğu şekliyle yapılması mümkün değildir. Ayrıca insanın duyu organlarını kullanması zorunludur. Özellikle gözlerin ve ellerin rahat kullanılması açık olmaları şarttır.
Konuyu, başörtüsünün farz olmadığı noktasında Türkiye gündeminde ilk tartışmaya açanlardan Prof. Hüseyin Hatemi ise bu kelimeden başörtüsünün tam anlamıyla çıkmadığını ifade ederek başın açılabileceğini savunuyor. Yani başı, örtülmesi gereken ziynet kapsamına almıyor. Birçok konuda hadisleri, Ehli Beyt imamlarının sözlerini delil alan Hatemi, böyle bir konuda hadis ve Ehli Beyt imamlarının sözlerinden çok daha güçlü olan mütevatir sünneti bağlayıcı addetmeyip Kur’an’daki bir kelimeyi Rasulul¬lah’ın sünnetindeki uygulamaya göre değil kendi anlamlandırmasına göre yorumluyor. Hatemi bir kitabında Kur’an’ın anlaşılmasında sünneti kaynak olarak reddedenleri eleştirirken 12, kendisi sağlam bir gerekçeye dayanmadan, başörtüsünün Kur’an’da oluşunun bir tür sağlaması ve teyidi olan mütevatir ve fiili sünneti atlıyor. Yine Prof. Hatemi sözlerinin “0 zamanlar Müslüman hanımlar örtünmedi” şeklinde anlaşılmaması gerektiğini bunun takva olduğunu, tüm Müslüman hanımlar için mecburi bir uygulama olmadığını ifade ediyor. Eğer o gün Müslüman hanımlar ayeti bir şekilde anlayıp örtünmüşse ve nesiller boyunca böyle uygulandıysa bugün bunu “sünnet” başlığı altından çıkarıp “takva” başlığı altına koyma, hangi usule ve sebebe dayanır. Eğer böyle bir metot benimsenecek olursa; “Kur’an’dan namazların rekat sayısı tam çıkartı¬1am yor. 0 günkü müslümanlar 4 ve 2 rekat uygu¬lasa da o işin takva yönüdür. Bugün müslümanlar daha az veya fazla namaz kılabilirler” diyenlere aynı rahatlıkla olumlu cevap verilmesi gerekir ki bu dinin değişmez ilke ve uygulamalarının tahrifi demektir. Ayrıca sayın Prof. Hatemi’nin üzerinde durmadığı bir nokta da başörtüsünün müslüman kadının kimliği olmasıdır. Kadının, müslüman kimliğiyle tanınması başörtüsü ile gerçekleşir. Ve başörtüsünün kimliği temsil etmesi bağlamında sosyal ve siyasi boyutu ibadi boyutundan daha önceliklidir. inanmış kadınların diğerlerinden ayrılması iffetli, hür müslüman kadın olduğunun ifade edilmesi peygamber döneminde de şimdi de başörtüsü ile sağlanır. Bu yüzden başörtüsünün ibadi ve sosyal boyutu ayrıştırılamaz. Prof. Hatemi önceki konuşmalarında İslami devlet bu konuda Hıristiyan kadınlarına müsamaha gösteriyor da niçin müslüman kadınlara göstermiyor diye soruyor? Devlet müslüman kadınlara başörtüsü takmama serbestisi verebilir ancak bu, başörtüsünün farz olması gerçeğini değiştirmez. Mesele sadece toplumsal ahlakı bozucu mu değil mi yönüyle ele alınmamalıdır. Müslüman kadınların müşrik kadınlarından ayrışması İslami kimliği ile toplumda tanınması başörtüsü emrinin üzerine mebni olduğu diğer bir esastır. Yaşadığımız toplumun tüm müesseseleriyle bu kimliği sindirmeye çalışması bizi kelimeler üzerinde yorum üretmekten ziyade bu kimliği dayandığı temelleriyle birlikte doğru tanımaya ve onu kuvvetlendiren faktörlerin yaygınlaşması, savunulması noktasında enerji sarf etmeye sevk etmelidir. Bunun yapılmadığı ve sahih uygulamaların dikkate alınmadığı bir düşünce sisteminde modern dünyanın dayatmalarıyla değiştirilmeyecek esas kalmaz.
Bu konuda Prof. Yaşar Nuri Öztürk ise Kur’an’dan başörtüsünün çıkartılabileceğini ancak sınırlarının belirtilmediğini ifade ediyor ve bir hadise dayanarak kolların, başın bir kısmının (abdest uzuvlarının) açılabileceği sonucuna varıyor. Hadis kaynaklarından çıkarttığı “kadın ve erkek ellerimizi aynı kaba sarkıtıp daldırarak toplu halde abdest aldık” anlamında-ki rivayetin kolektif bir uygulama olduğu için mütevatir kabul edilebileceğini, dolayısıyla abdest uzuvlarının açılabileceğini iddia ediyor. Prof. Öz¬türk’ün hüküm çıkarmadaki bu metoduyla kolektif yapılmış uygulamaları anlatan birçok hadis “mütevatir sünnet” olarak ele alınabilir. Bu durumda Kur’an’a uysun veya uymasın birbirini nakzetsin veya desteklesin tüm kolektif içerikli had isleri mütevatir sünnet olarak kabul etmek durumunda kalınır. Prof. Öztürk’ün böyle bir metodu Kur’an’daki is¬lam13 kitabında ele alması da ilginçtir.
Prof. Öztürk, bunu söylerken bir yandan da başındaki bir parça tül ve şık kıyafetiyle dikkat çeken yakınlarının İslami tavra uygun davrandıklarını söylemek istiyor. Prof. Öztürk’ün bu yaklaşımı, başörtüsü konusundaki taassubu yumuşatma ve bunun için Rasulullah dönemi uygulamalarına geri dönme gayesini mi içermektedir; yoksa başörtüsünü aksesuar olarak kullananlara veya hiç kullanmayanlara meşruiyet kazandırıcı bir etki mi oluşturmaktadır? Sosyete kesiminden, lionerlerden, devlet ricalinden edindiği destekçilerine başörtüsünün -kendi kabul ettiği sınırlarla da olsa- farz olduğunu ve mevcut durumlarıyla Allah’ın belirttiği sınırları çiğnedikleri ve günaha girdiklerini, geleneksel Müslümanlara yönettiği eleştirilerinin çok daha azı kadarını bu dostlarına söylemiş midir? Başörtüsünün farziyetini hem kabul etmek hem de onun anlamını bir parça tüle indirgeyerek hafife almak, Rasulullah’ın başörtüsü konusunda zaman ve mekan sınırlarını aşkın mütevatir sünnetini de hafife almak demektir. Yeri geldiğinde delil olarak ahad haberlere yapışan Prof. Öztürk, Rasulullah’ın bu konudaki tüm ümmeti ilk dönemden bu yana ilzam eden sünnetini atlayabilmektedir. Bu tavır olsa olsa modernizme entegre olma eğilimin zaten sağlık şartları oldukça zayıflamış olan ortalama müslüman zihninde uyandırmak istediği kavram kaosundan öte bir şey değildir. Eğer bu tespitimizde haksızlık var ise o zaman sayın Prof. Öztürk, geleneksel düşünceye oldukça da üslupsuz bir tarzda gösterdiği tepkiyi, başörtüsünü tanımayanlara da veya yazarlık yaptığı ve Müslümanlara çirkefçe saldırılarıyla tanınan gazetenin ifsadına karşı da göstermeli, pragmatik ve iki yüzlü olmadığını ispat etmelidir.
Özet olarak başörtüsü, Kur’an’daki bir kelimeden çıkartılan yorumlarla kabul edilmiş tartışmaya açık bir konu değildir. Kur’an’ın emrettiği tesettür hükmünün bir parçasıdır. Örtme olayının nasıl şeki¬lize edileceği mütevatir sünnetle günümüze dek yaşanarak gelmiş bir uygulamadır. Ayrıca sadece “Humr” kelimesinin yorumlanmasıyla bile başörtüsünün varlığına dair ipuçları bulmak daha kolaydır. Kaldı ki dediğimiz gibi bu konunun acılımı Kur’an’la ve Rasulullah’la irtibatlı bütün Müslümanların asırlar boyu müteselsil uygulamasıyla kesinleşmiş mütevatir bir haber kesinliğine dayanır.
Başörtüsünün her zaman göz önünde bulundurulması gereken bir yönü de kadının müslüman kimliği ile tanınmasının aracı olduğudur. Bu yön dikkate alınırsa başörtüsü takılmasa veya yarım takılsa bir sakınca doğurmaz mantığının sadece taas¬subi uygulamaları ret değil, İslami kimliği zayıflatıcı olduğu da görülecektir.
Her şeye rağmen Allah’ın gönderdiği din yüzyıllarca olduğu gibi bugün de tüm çözülme ve yozlaşmalara karşı “korunmuş”luğunu sürdürecektir. Çabamız, O’nu yaşayan ve koruyanlar safında olabilmek içindir.
DİPNOTLAR
1 - Bakara 21 9, Maide 90, Muhammed 1 5, Yusuf 36,41 -
2- İbn Manzur, Lisanü’I-Arab Dar Sader, Beyrut 994, cilt 4,
sayfa 254.
3- Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhari Tercemesi İstanbul 987,
cilt 7, sayfa 3073.
4- Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi İstanbul
1980, cilt 11, sayfa 143.
6- A.g.e. cilt 2, sayfa 91 8.
7- A.g.e. cilt lO, sayfa 394.
8- Hamza Türkmen, Hz. Muhammed’in Sünneti Doğru Anlaşılıyor mu? Haksöz Dergisi, sayı 20, Kasım 1992, İstanbul.
9- Zemahşeri, Tefsir-Keşşaf, Kahire 1 997, cilt 1 -2, sayfa 1 23-124.
1 0- Nesefi, Medariku’t-Tenzil ve Hakaikut-Te’vil, Mısır 1 326,
cilt 2, sayfa 291.
11 - İbn Manzur, Lisanu’l Arab Dar Sader Beyrut 1 994, cilt 1,
sayfa 288-291.
1 2- Hüseyin Hatemi, Temel Kaynaklardan Yararlanmada
Yöntem, İşaret Yay. İstanbul 1 988, sayfa 1 2.
1 3- Yaşar Nuri Öztürk, Kur’andaki İslam Yeni Boyut Yay. İstanbul 1993, sayfa 616.
FATMA CANDAN
Home
»
Başörtüsünün Kaynağı Kur’an ve Rasulullah’ın Fiili Sünneti’dir
»
nikah
» Başörtüsünün Kaynağı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder